2 Haziran 2016 Perşembe

Euronewsport Dergisi röportajı




Ortadoğu pazarı ile ilgili değerlendirmelerde bulunan
EID İnşaat Yönetim Kurulu Üyesi Bora Can Yıldız:

Bölgenin ağabeyi

Türkiye’dir


Irak, büyüyen bir pazar ve Türkiye bu pazardan önemli paylar alıyor. Risk düzeyi yüksek olan bir bölge olmasına karşın pazara yakınlığımız ve kültürel olarak benzerliklerimiz bölge insanının bize karşı yaklaşımını belirlerken, yetenekli işadamlarımızın ortaya koyduğu sorun çözme becerisi pazarda, siyasi gelişmelerden uzak, istikrarlı, sürdürülebilir bir gelişim sağlıyor.
Son dönemde Koç Holding’in adım attığı pazarda, uzun yıllar yatırımlarına devam eden EID İnşaat, devam eden otel, hastane gibi projelerle Irak halkının ihtiyacı olan öncelikli projelere imza atıyor. Irak’ın dünyanın en çok büyüyen pazarı olduğuna dikkat çeken şirketin Yönetim Kurulu Üyesi Bora Can Yıldız, bölgede edindiği önemli deneyimleri okuyucularımızla paylaştı.
Irak pazarı ile ilgili aktaracağınız deneyimleriniz, o bölgeyi merak eden işadamlarımız için oldukça önemli. Pazar ile ilgili özet bir değerlendirme yapar mısınız?
Irak’ın çok büyük altyapı ihtiyacı var. 1979-1980’de İran-Irak savaşının alevlendiğini düşünürsek 8-9 sene süren savaş boyunca ülkeye hiçbir şey yapılmamış. Sonrasında da Körfez Savaşı ile ülke tamamen yıkılmış. Savaşta en çok etkilenen bölge güney bölgesi olmuş. Savaş sonrasında ambargo dönemi başlamış. Bu dönem de 10 yıl kadar sürmüş. Ambargodan sonra İkinci Körfez Savaşı ve ardından Amerika işgali ve yerel idarenin ortadan kaldırılıp polisin ve askerin lağvedilmesi süreci yaşanmış. Sonrasında ortada bulunan istikrarsızlık, mezhep çatışmaları gibi kötü süreçlerden geçilmiş. 30 yıllık bu dönem içerisinde de ülkenin ihtiyaçları giderilememiş. Pazarın ihtiyaçlarının bu düzeyde olmasını bir yana koyarsak diğer yandan pazarın zorluklarının da bir o kadar fazla olduğunu ifade etmemiz gerekir. Biz üç yıl önce güneyde çalışmalara başladığımızda bölgede bizim dışımızda sadece ENKA vardı. Hatta o dönemde Basra’ya tek uçak kalkıyordu. Şu anda ise THY’nin 7, Irak Hava Yolları’nın 3 uçağı var. Bir de Emirates’in 7 uçuşu var. Seferler haftada 1 uçuştan 17 uçuşa çıktı. Biz ihtiyacın da riskin de yüksek olduğu bir dönemde gittik. Özellikle güvenlik önemli bir sorundu. Fakat biz bu aşamaları geçtik.
Güneyde çalışmalar yapan bir işadamı olarak Kuzey-Güney kıyaslaması yapabilir misiniz?
Kuzey, güneye göre çok daha istikrarlı. Kuzey Irak çok daha güvenli ama Bağdat ve Güney Irak’ı karşılaştırırsak güney daha güvenlidir.



Bağdat çok karışık, güney tamamen Şii olduğu için kendi aralarında bir çekişmeleri yok. Ama biz ilk gittiğimizde orada da belirsizlikler vardı. THY’nin oraya uçmamasının nedeni de buradaki güven problemiydi.
Son iki yıldır kuzeyden daha iyi olduğu ifade ediliyor.
Kuzeyden değil ama Bağdat’tan daha iyi. Kuzey çok daha istikrarlıdır. Türkiye için düşündüğümüzde Kuzey Irak çok daha rahattır. Orada yerel polis, asker var. Orada dışarıda rahatlıkla gezebilirsiniz. Bağdat’ta Bakanlar beni ağırladıklarında kendi korumaları ile bir yerlere göndermelerine rağmen saat 10’dan sonra sokağa çıkartmıyorlar. Kaçırılma riskiniz olduğundan dolayı takım elbise ile dolaşamıyorsunuz. Ama önlemlerinizi alırsanız da iş açısından bakir ve önemli bir pazar.
Son dönemde siyasi olarak yaşadığımız problemler çalışmaları etkiledi mi?
Biraz etkiledi. Resmi olarak açıklanmış bir şey yok ama Türk firmalarına karşı bir direnç geliştiğini söyleyebilirim.
Bu sorun çözülür mü?
Tabi ki çözülür. Ben önümüzdeki yıllarda çözüleceğini düşünüyorum. Bizim orada çok sevilmemizin nedeni insan ilişkilerimizin iyi olması. Çünkü sonuçta bu insanlar bizim bir şekilde akrabalarımız. Yani Türk insanı ile Irak insanı, Suriye insanı, Cezayir insanı uzun yıllar beraber yaşamışlar. Aynı dine, aynı kültüre sahibiz. Aynı selam ile eve girip aynı selamla evden çıkıyoruz. Savaş döneminde Türkiye’nin duruşu da çok büyük bir
sempati yarattı. O yüzden insanlar bizi çok seviyorlar. Özellikle Güney Irak’ta insan olarak bahsedecek olursak Arap coğrafyasının hiçbir yerinde görmediğim misafirperverliği gördüm. Siyasi gerilim atlatıldıktan sonra her şey düzelir. Siyaset değişse de insanların dostluğu değişmez. Birkaç sene bu durum devam etse de ben Türkiye’nin Irak ile olan ilişkilerinin kötüye gideceğini düşünmüyorum. Siyaset hakkında çok yorum yapamam ama politikacılar belli bir süre sonra değişiyor. Diğer politikacıların da Türkiye’ye karşı bu kadar sert olmadığına eminim. Bence mevcut politikacılarda bir gerilim var. Bu öyle ya da böyle değişecek. Sonuçta politikacıların da bir siyasi ömürleri ve kanuni olarak görev süreleri var. Bunlar değiştikten sonra ben gerilimlerin ortadan kalkacağını düşünmüyorum. Bir de şu çok önemli; orada kim çalışacak? Orada kanalizasyon borusu döşenmesi, hastane, okul yapılması gerekiyor. Elektrikle ilgili sorunların çözülmesi gerekiyor. İnsanlar sıcakta elektriksizlikten ölüyorlar. Bu işleri İspanyol, İngiliz, Fransız ya da İtalyan yapamaz. Orada duramazlar. Çinliler de tek başlarına yapamazlar ki zaten Çin’e karşı da bir direnç var. Oradaki işi Alman şirket de Fransız şirket de alsa sahaya inip bu işi yapacak insana ihtiyaçları var. O insanlar da Türklerdir.

Ülkede iki yolla çalışılıyor. Biri bizim de yaptığımız gibi kendileri işi alıyorlar bir de bazen bizim de uyguladığımız gibi uluslararası şirketler işi alıp başka şirketler ile anlaşıyorlar. Lokal şirketler bu işi yapabilecek güce gelmediler. Bu yüzden öyle ya da böyle Türklerin sahada olmaları gerekiyor. Bunu oradaki insanlara da anlattığımda bana hak veriyorlar. Çünkü her ne kadar merkezi birimler olsalar da bizim 3 yıldır orada olduğumuzu, insanlara ekmek verdiğimizi, zor durumdaki ailelere yardım ettiğimizi, çocukları okula gönderdiğimizi, her şeyle ilgilenip işimizi doğru yaptığımızı bildikleri için bize karşı bir sempatileri var. Bugüne kadar verdiğimiz sözleri hep tuttuk. Onlar da bize hak veriyorlar. Burada işe ihtiyaç var ve bunların yapılması gerekiyor. İki ülke arasında ne söylenirse söylensin iş adamlarının siyasetten muaf olması gerekir. Siz hastalanmış bir çocuğun annesine burada hastane yapılmadı çünkü siyasi gerilim var diyemezsiniz. O hastanenin yapılması gerekiyor. Biz orada şu anda 4 hastane inşaatı yapıyoruz ve bu inşaatların bitmesi gerekiyor. Kimi zaman coğrafyasal ve güvenlik açısından zorluklarla karşılaşıyoruz.
Bu bölgede hâkim olmak, iş yapabilmek için politik açıdan doğru bir yerde miyiz?
Türk yönetim politikaları ile ilgili ben bir şey diyemem. Siyasetle iş çok farklı. Eğer siz siyasette ülke adına bir duruş sergiliyorsanız fedakârlık yapmak zorundasınız. Bu noktada işi düşünmeyebilirler. Ona bir şey diyemem. Başbakanın bir duruşu var. O yolda giderken burada inşaat yapılıyor, müşteriye kötü yansır diye düşünmeyebilirler. Türkiye’nin bölgede liderlik kültürü var. Bu sadece Başbakanımızın ya da dışişleri bakanımızın ortaya koyduğu bir vizyon değil. Bu durum tarihi altyapısı olan bir gerçektir. Siz oraya gittiğinizde herkes İstanbul’da olmak istiyor, herkes Türk dizilerini izliyor, herkes Türk insanına özeniyor. Herkes niye
bize ağabeylik yapmadınız, niye bizi bıraktınız diyor. Bunu ülke olarak herkes söylüyor. Türkiye oradan çekildikten sonra bölgede sadece kan ve gözyaşı olmuş. Cezayir, Suriye, İran, Irak gibi Türklerin olduğu bölgede Türkler çekildikten sonra çok kan akmış. Konuştuğumuz coğrafya dünyadaki petrolün % 60’ına, gazın % 40’ına sahip bir coğrafya. Toprağın altında çok büyük madenler var. Ama toprağın üstünde inanılmaz bir sefalet var. Çok fazla el ve göz var. Öyle bir yapıda da çok fazla kargaşa var. Ortadoğu dünyanın kalbi olarak ifade ediliyor. İnsanlar da oraya saldırı içersindeler. Geçmişte olan geçmişte kalmalı. Bizi arkamızdan da vurmuş olabilirler ama geçmişi bırakıp biz o ülkelerle dost olmalıyız. Aksi takdirde tek başımıza kalırız. Ama gerçekten bölgenin ağabeyi Türkiye’dir. Ben kiminle konuşsam ve Türküm desem önce bana Türk dizilerini soruyorlar ve Türk akrabaları olduğunu söylüyorlar. Ben dünya ekonomik forumunda Allah’a şükür ki bizi zamanında Avrupa Birliği’ne almamışlar dedim. Bu sayede biz yüzümüzü akrabalarımıza döndük. Onlarla kendi kültürümüzü hatırlıyoruz. Onlarla iş yapıyoruz. Şu anda bizi kapıdan içeri almayan Avrupa şimdi o bölgelerde iş yapmaya çalışıyor. Gidip orada iş alsalar kime yaptıracaklar? Çok büyük bir Alman şirketinin CEO’su ile beraberdik. Alman Merkez Bankası CEO’su “Beyler önümüzdeki 10 sene Avrupa’daki finans merkezi Türkiye olacak” demiş. Planlarınızı ona göre yapın demiş. Bana sordu o da Türkiye’nin bu gücü nedir diye. Ben de şu an orada biz Basra Çölü’ne gidiyoruz. Sen bana bu soruyu soruyorsun ama yanında geç bir Türk iş adamı var. Irak boyunca gidelim en az 100-200 tane daha Türk iş adamı çıkartırım dedim. Böyle iş yapan bir Fransız ya da İtalyan görmüyorsunuz dedim. Gidin Cezayir’e, Libya’ya, Türkmenistan’a, Kazakistan’a oraları gezin. Hep Türk iş adamlarını göreceksiniz. İnsanların gidemediği, koşamadığı bölgelerde Türkler var ve bu cesaretin de bir karşılığı var. Yeter ki düzgün iş yapsınlar.
Irak dışında çalışmalarınız var mı?
Şu an Kuveyt, Katar gibi ülkelerde projelerimiz var. Libya’da anlaşma imzaladık. Devletle ortak bir şirket kurduk. 500 milyon dolarlık bir proje için devletle ortak bir çalışma yaptık. O imzaları attık ama bir süre sonra savaş çıktığı için işi yapamadık. Ama tekrar görüşülüyor. Yavaş yavaş tekrar canlanma olacak.


Sizin Kuzey Irak’ta iş yapmanız zor mu?
Biz güneye odaklandık.
İkisinden birini seçmek zorunda mısınız?
Genel olarak öyle bir yapı var. Büyük bir petrol şirketinin başkanı ile berberdim. Kuzey Irak’ta 3 milyar dolarlık yatırımları olduğunu, güneyde de yatırım yapmak istediklerini söylediler. Hatta beraber ortak bir şirket kurmak istediler. Ama kanunlar tam istikrarlı olmadığı için yatırım konusunda çekindiklerini
ifade etti. Yani kuzeyde petrol taahhüt işlerine girme gibi bir ihtimalimiz var ama ağrılıklı olarak Güney
Irak’ta faaliyetteyiz.
Oradaki çalışmalarınız ne kadar büyüklükte?
Yaklaşık 200 milyon dolar civarında toplam hacme sahibiz. Ama birkaç sene içinde 400 milyon dolara çıkarmayı hedefliyoruz.

16 Nisan 2016 Cumartesi

Dünya Gazetesi / EID İnşaat, Güney Irak’ta teknoloji ağırlıklı projeler üretecek

EID İnşaat, önümüzdeki dönemde Güney Irak'ta gerçekleştireceği projelerle bölgeye teknoloji getirmeyi hedefliyor. Başkan Yardımcısı Bora Can Yıldız, özellikle petrol boru hatları, petrol tankları ve endüstriyel tesisler alanında yabancı yatırımcılarla devam eden işleri bulunduğunu söyledi, Yıldız, “Önümüzdeki dönemde endüstriyel alandaki çalışmalarımıza ağırlık vereceğiz. Teknolojiyi getirebileceğimiz büyük projeleri başlatacağız” dedi.

Bugüne kadar Ürdün, Cezayir, Libya, Sudan, Fas, Dubai, Abu Dabi, Kazakistan gibi birçok bölgede girişimleri bulunan EID İnşaat, Güney Irak’ta da projeler gerçekleştirmeye devam ediyor. EID İnşaat’ın, Ortadoğu’da iş yapmak üzere üç ortak şirket tarafından kurulduğunu belirten EID İnşaat Yönetici Ortağı ve Başkan Yardımcısı Bora Can Yıldız, “Son 4.5 senedir Güney Irak’ta yoğun faaliyet gösteriyoruz. İlk olarak Basra bölgesinde iki tane orta ölçekli proje gerçekleştirdik. Biz bu bölgenin geleceğine inandık, bölge insanına çok yatırım yaptık, istihdam oluşturduk. Türkiye’de çok ciddi imkanlara sahip olmamıza rağmen o bölgede işlerimizin başında durduk. Hatta bazı işlerde zarar ettik; ama sözümüzü tutarak bölgenin güvenini kazandık” diye konuştu. Sene sonuna kadar 500’ün üzerindeki Türk çalışan sayısının iki katına çıkacağını öngördüklerini belirten Yıldız, “En az o kadar da Iraklı istihdam ediyoruz. Önümüzdeki dönemde endüstriyel alanındaki çalışmalarımıza ağırlık vereceğiz ” şeklinde konuştu.

ABD hükümetine havalimanı inşa ettiklerini vurgulayan Bora Can Yıldız, şunları kaydetti: “Havalimanını 11 ay gibi çok kısa bir sürede teslim ettik. Ardından iki tane özel hastane inşaatına başladık ve bir devlet hastanesinin ihalesini kazandık. Zaman içinde petrol şirketleriyle bazı temaslarımız oldu. Özellikle petrol boru hatları, petrol tankları ve endüstriyel tesisler alanında devam eden işlerimiz var.”

28 Ocak 2016 Perşembe

Bora Can Yıldız, "Young Turks - Genç Türkler" Başlığı ile Big Project'te

Uluslararası saygın iş dergisi Big Project, Genç Türkler başlığı ile Bora Can Yıldız'ın bölgedeki başarılarına yer verdi. 
GCC 1990’lı yılların sonu, 2000’li yılların başında inşaat patlamasını başlattığından beri, bölge hem uluslararası devlerin hem de bölgedeki küçük çaplı şirketlerin doğrudan Dubai, Doha, Riyad ve Cidde şehirlerine yönelmeleriyle global inşaat sektörü için adeta bir cazibe merkezi haline gelmiştir.
Bölgedeki hükümetlerin hızla artan yatırımlarını takiben zirveye ulaşan inşaat hızı, kaçınılmaz sorunların ortaya çıkmasına sebep olmuştur. Bu sorunlar, yüzlerce ertelenen ve ‘beklemeye alınan’ projenin yanı sıra bölgedeki ekonomik çöküşle doruğa ulaştığında, eski yöntemlerin artık işe yaramadığı yetkili makamlarca netlik kazanmıştır.
Tabii ki, o zamandan beri hükümet düzenlemelerinin artması, hem imarcıların hem de müteahhitlerin daha ihtiyatlı olmalarıyla projelerin yürütülme şeklinde büyük bir değişim gördük.  Durum her ne kadar gelişme göstermiş olsa da, ara sıra boy gösteren yasal işlem gerektiren tartışmalar ile düşünce farklılıkları da mevcudiyetini korumaktadır.
Çoğu inşaat paydaşı ise bunun nedenini taraflar arasındaki anlayış eksikliğine bağlamaktadır. Aynı dili konuşup aynı hedefleri benimsemelerine rağmen, müteahhit ve imarcıların iyi bir ilişki kurmaları genellikle kolay değildir. 
Ancak, günümüzde bu eksikliği fark edip bunu gidermek için hızla eyleme geçen inşaat şirketleri ile yüklenici segmanının olduğu da açıktır.
Birleşik Arap Emirlikleri’ndeki en prestijli mega projelerin bir çoğunu çoktan havada kapmış olan Türk inşaat firmaları ise bölgedeki inşaat pazarında kendilerini rakipsiz bir güç haline getirme yolunda başarılı şekilde ilerlemektedir.
Uluslararası Siyasi Çalışmalar Enstitüsü’nden kıdemli bir araştırmacının yayınladığı son rapor, 2000’li yılların başından beri, Türkiye ile Körfez ülkeleri arasındaki ilişkinin, birçok alanda gelişme gösteren işbirliği sayesinde, önemli ölçüde ilerlediğini gözler önüne sermiştir.
Analizi yazan ISPI’nin (İtalya Uluslararası Siyasi Araştırmalar Enstitüsü) kıdemli araştırmacısı Valeria Talbot, bu alanlardan birinin inşaat sektörü olduğunu belirtmiştir.
GCC’nin; (Çin’in ardından) dünyanın en büyük ikinci inşaat ihracatçısı olan Türkiye ile, Avrasya’nın gelecekteki en büyük pazarı olacağına dair güçlü bir izlenim oluşmuştur.
Talbot, analizinde “Euro bölgesi krizi ile Türkiye’nin ana ticaret ortağı ve doğrudan yabancı yatırım kaynağı olan Avrupa Birliği ile yaşadığı ticari düşüş çağında, Orta Doğu pazarlarının Türkiye için önemli bir alternatif teşkil ettiğini” belirtmiştir.
“Hem Türkiye’nin hem de GCC’deki en büyük pazar olan Suudi Arabistan’ın yaşamakta olduğu demografik büyüme göz önüne alındığında, ekonomik ve ticari ilişkilerde yararlanılacak büyük bir potansiyel olduğundan, Körfez ülkeleri ve genellikle de Orta Doğu ile olan ticaret hacminin artması beklenmektedir.”
Oxford Business Group tarafından Suudi Arabistan Ulusal Ticaret Bankası’ndan alıntılanarak hazırlanan rapora göre, GCC’nin Türkiye’ye yaptığı 6.5 milyar $’lık yatırım ve Birleşik Arap Emirlikleri’nin, yatırımların %56’sı ile bu alanda başı çekmesiyle GCC ile Türkiye arasındaki ticari ilişkinin her iki tarafı da etkilediği göze çarpmaktadır.
Burada ilginç olan ise, BAE’nin tek başına aldığı 6 milyar $ ile Türkiye’nin GCC’ye yaptığı yatırımların muhtemelen daha kayda değer olmasıdır.
Farklı imar aşamalarındaki çok sayıda altyapı projesine dikkat kesilen inşaat sektörü ise yatırım giderlerinde başı çekmektedir.
EID İnşaat’ın başkanı Bora Can Yıldız, Big Project ME’ye, ülke ile bölge arasındaki uzun geçmiş göz önüne alındığında, GCC’nin Türkiye’nin ana pazarlarından biri olmasının sürpriz olmadığını söylemiştir.
Yıldız, “Asya -yani Orta Doğu- yüzümüz ve Avrupa yüzümüz olmak üzere iki yüzümüz var.
Kardeşlerimizle yüzlerce yıldır bir arada yaşıyorduk. Bu nedenle inşaat, makine, ihracat, tarım da dahil her türlü sektörde GCC, Türk şirketlerinin ilgi odağı oldu” şeklinde bir açıklamada bulunmuştur.
“Türkiye’nin Avrupa Birliği ile güçlü bir ilişkisi olsa da, geçtiğimiz yıllarda ‘kulübe’ kabul edilmedik ve her zaman beklemede tutulduk. Bu da Türkiye’ye daha önceden unuttuğu bir şeyi hatırlama fırsatı sundu: kendi kökenine geri dönme fırsatı.”
Yıldız sözlerine; “Böylelikle, geçtiğimiz yirmi yıl boyunca Orta Doğu ile olan ekonomik ilişkilerimizi geliştirdik, bu da Türkiye’ye yeni ve güçlü bir ekonomik büyüme sağladı” şeklinde devam etmiştir.
Rakamlar da bunu kanıtlar niteliktedir; 2012 yılının ilk yarısında, Suudi Arabistan’da 12.1 milyar $ değerindeki projeler üzerinde çalışan 500’e yakın Türk şirketi olduğu tahmin edilmektedir. Katar’da ise, yılsonu itibariyle, Türk firmaları 12 milyar $ değerinde proje gerçekleştirmiştir.
Üstelik hepsi bu değil. Artık Dünya Kupası projelerine dair çalışmalar da başladığından, Türk inşaat firmaları gaz zengini Körfez ülkelerine büyük ilgi göstermektedir.
Türkiye Müteahhitler Birliği’nin başkanına göre değeri 25 ila 30 milyar $ arasında olması tahmin edilen projeler, önümüzdeki 10 yıllık süreçte herkese açık olacaktır.
Katar’ın Türk müteahhitlerinin iş hacmindeki payının geçtiğimiz 40 yıl boyunca %5 civarında olduğu göz önüne alındığında, Emin Sazak’a göre, Türk müteahhitlerin Katar pazarında toplam 25 ila 30 milyar $ değerinde iş üstlenmesinin mümkün olduğu yönünde olumlu bir senaryo söz konusudur.
Daha önceden de bahsedildiği üzere, 1972 ile 2012 yılları arasında Türk müteahhitlerce üstlenilen projeler arasında Katar’ın payı %5.2 idi; yani Katar, yurtdışında büyümek isteyen Türk müteahhitleri için zaten önemli bir pazar olmuştur. Ancak, Sazak’a göre, 2012’nin sonunda, Türk müteahhitlerin projelerinin toplam değeri 1 milyar $’a yaklaşmıştır.
2022 yılında düzenlenecek FIFA Dünya Kupası öncesinde Katar’ın altyapı yatırım harcamasının, lider profesyonel hizmet grubu Deloitte tarafından yaklaşık 200 milyar $’a ulaşacağının tahmin edilmesi, diğer Türk iş adamları için de yeni fırsat kapılarını açmıştır.
Katar hükümeti Türk müteahhitleri, uluslararası dev olay için planlanan çok sayıda altyapı, stadyum ve otel inşaatına katılmaya çağırmıştır.
Dubai’de birçok büyük proje üzerinde çalışan Türk MEP firmalarından biri olan AE Arma-Elektropan’ın iş geliştirme müdürü Burak Kızılhan; “Açıkçası Birleşik Arap Emirlikleri, Katar ve Suudi Arabistan; biz Türk firmaları açısından en çok gelecek vadeden pazarlardır.”
“Mega projeleri almak için sabırsızlanıyoruz ve bu tür projeler geçtiğimiz birkaç yıldır yalnızca bu ülkelerde mevcut. Bunun dışında, Kuveyt, Oman ve Bahreyn’de aktif olan birçok Türk şirketi var; ancak bizim için en önemli olan pazarlar bu (ilk) üç ülkede yer alıyor” dedi.
Yıldız buna katılmakla birlikte, kendi şahsi görüşünü de ekleyerek, bölgedeki bu üç büyük pazara erişimin yanı sıra Irak ve Kuzey Afrika gibi genişleyen diğer pazarları hedefleyebilecekleri bir üs kurmalarını da mümkün kıldığından firması için ya Dubai’ye ya da Doha’ya taşınmanın mantıklı olduğunu belirtmiştir.
Yıldız, “Yalnızca Türkiye’de kalmak istemedik, işimizi yurtdışına da taşımak istedik. Kazakistan’da, Rusya’da ve en son Libya’da projelerimiz oldu. Ancak bunun ardından Basra Şehri’ne gittik ve orada büyümeye başladık. Şu an Irak’ta 250 milyon $’lık çalışmalarımız devam ediyor” şeklinde açıklamada bulunmuştur.
“Geçtiğimiz yıllarda Dubai’de bir irtibat bürosu açtık ve ilişkilerimizi yönlendirmeye çalıştık. Dubai’deki bürolarımız sayesinde bunu hala sürdürüyoruz. Burası bizim için iyi bir merkez; çünkü yalnızca Orta Doğu şirketlerinin değil Orta Doğu’da çalışan uluslararası şirketlerin de burada merkezleri mevcut. Dolayısıyla Dubai’den bu ülkelerle irtibat kurmak ve ilişkilerimizi sürdürmek oldukça kolay.”
Peki Türk firmalarının GCC’de başarılı olmalarının arkasında yatan etken nedir? Hem Yıldız hem de Kızılhan’ın bu konuda çarpıcı bir şekilde benzer teorileri var.
Kızılhan: “Aslında, herkes bana bu soruyu soruyor. Öncelikle, bu bizim kültürümüz. Bu, Türkiye ve Orta Doğu’nun kültürü. Bu da, bilgisayarın aksine insan gücüyle iş yaptığınız yerde, inşaat sektörü açısından önemli bir konu”, şeklinde açıklamasını yapmıştır.
“En önemli konu ise saniyeler içerisinde karar verebiliyor olmamız. Tonlarca kağıtla baş etmiyoruz; inşaata yoğunlaşıyoruz. İşlerimizi diğerlerinden daha erken bitiyoruz ve bunun örneklerini tüm GCC genelinde görebilirsiniz”.
Yıldız Türkiye’nin en büyük doğal kaynağının, daha eski ve ihtiyatlı bir rekabet sunabilecek şartlarda çalışacak kadar hırslı ve esnek olan genç ve eğitimli işgücü havuzu olduğunu öne sürmektedir.
“Türkiye’de büyük bir eğitimli işgücümüz mevcut; bu rekabetçi inşaat ortamı ile 70’li ve 80’li yıllardan sonra kazanılan uluslararası uzmanlık Türk firmalarına rekabetçi ve hızlı olmanın yanı sıra genç kurumlarla birlikte çalışmayı da öğretmiştir. Bu tecrübeyi Orta Doğu’ya getirdiğimizde, işe yaradı ve bize yardımcı oldu”, diye vurgulamıştır.
“İş zorlu ve sert koşullara geldiğinde Türkler Avrupalılardan daha esnekler. Bu işler bizi korkutmuyor. İster Orta Doğu’ya, ister Kuzey Afrika’ya isterseniz Orta Asya’ya, kısaca dünyanın neresine giderseniz gidin, Türk inşaat şirketlerini görürsünüz; çünkü bu şirketler mücadelecidir; cesur bir yaklaşımları vardır ve uyum sağlama becerisine sahiplerdir.”